Şiir örnekleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Şiir örnekleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Sevgi Kurtaracak Bizi

 

Sevgi Kurtaracak Bizi

Kurtaracaksa sevgi kurtaracak bizi
Ölümden olmasa da, ölüm korkusundan
Savaştan olmasa da, savaş korkusundan
Kıskançlıktan, kötülükten, boşluktan…
Kurtaracaksa sevgi kurtaracak bizi

Var mı ondan başka güvencemiz?
Sevenin, bir düşmanı varsa
Sevmeyenin bin
Erinç de mutluluk da seversen var
Seversen, her yağmur bereket
Seversen, her mevsim bahar
Gündüzü de karanlıktır sevmeyenin

Hiç şöyle yaklaştınız mı insanlara
Sevgiyle, dostlukla, güzellikle
Sordunuz mu onlara dertlerini
Uzattınız mı ellerinizi ellerine

Siz de görmüşsünüzdür öyleyse
Ne denli cana yakın olduklarını
Unuturlar dertlerini, kırgınlıklarını
Azıcık sevecenlik görürlerse

Kurtaracaksa yine sevgi kurtaracak bizi
Yeşeren tohumlar gibi saçılan
Ve herkese kucak kucak açılan
Mutlu eden sevenleri

Var mı artık bir çıkar yol, söyleyin
Sevmekten sevilmekten başka
Bu uçsuz bucaksız koca boşlukta
Var mı ondan daha üstün bir güç
Bir kurtuluş yolu, bir mutluluk
Uzanan, barışa ve dostluğa (Mehmet Salihoğlu)

 

Not: Mehmet Salihoğlu (25 Aralık 1922 - 27 Temmuz 2010), Türk şair, deneme ve eleştiri yazarıdır. Saniye Hanım ile tüccar Mehmet Salihoğlu'nun çocuğu olarak Rize Çayeli’ne   bağlı Limanköy mahallesinde doğdu

bb

Adalet İle İlgili İki Şiir Örneği Yazınız.

 

Adalet İle İlgili  İki Şiir Örneği Yazınız.


Adaletin olmadığı yerde ahlaksızlık artmaya başlar ve toplum içinde kaos oluşur. Bunun için adalet karşısında boynumuz kıldan ince olmalıdır. Adaletsizliğe ise asla sessiz kalınmamalıdır.


1) Halkın Ekmeği

Bilin: Halkın ekmeğidir adalet.
bakarsınız bol olur bu ekmek,
bakarsınız kıt,
bakarsınız doyum olmaz tadına,
bakarsınız berbat.
Azaldı mı ekmek, başlar açlık,
bozuldu mu tadı, başlar hoşnutsuzluk boy atmaya.

Bozuk adalet yeter artık!
Acemi ellerle yoğrulan,iyi pişirilmemiş adalet yeter!
Yeter katıksız, kara kabuklu adalet!
Dura dura bayatlayan adalet yeter!

Bolsa insanın önünde ekmek, lezzetliyse,
gözler öbür yiyeceklere yumulsa da olur.
Ama her şey bollaşmaz ki birdenbire...
Bilirsiniz, nasıl bolluk doğurur ekmek:
Adaletin ekmeğiyle beslene beslene.

Ekmek her gün nasıl gerekliyse nasıl,
adalet de gerekli her gün,
hem o, günde bir çok kez gerekli.

Sabahtan akşama dek, iş yerinde, eğlencede,
hele çalışırken canla başla,
kederliyken, sevinçliyken,
halkın ihtiyacı var pişkin, bol ekmeğe,
günlük, has ekmeğine adaletin.

madem adaletin ekmeği bu kadar önemli,
onu kim pişirmeli, dostlar, söyleyin?

Öteki ekmeği kim pişiren?

Adaletin ekmeğini de
kendisi pişirmeli halkın,
gündelik ekmek gibi.

Bol, pişkin, verimli.  (Bertolt Brecht)

 

2)  Kalmadı

Adalet sahibi aziz hünkarım
Ağlayı ağlayı göz de kalmadı
Adalet kafire hürmet fitneye
Müslüman olanda yüz de kalmadı

Aşık olan kalem almış yazıyor
Mümin olan öz canından beziyor
Fakir fukara da üryan geziyor
Baha yetirecek bez de kalmadı

Padişahım bunlar senden sorulur
Sahipsiz kuş kanadından kırılır
Bir gün olur mahşer yeri kurulur
Geçti halaveti haz da kalmadı

Bir tarafın gel deyüben getirdi
Bir tarafın sürüp yandan götürdü
Muhalif iş memleketi batırdı
Karardı lambalar gaz da kalmadı

Parça parça oldu yaylalar yurtlar
Ortalıkta kaldı yiğitler mertler
Ruhsati'yi iflah etmez bu dertler
Gitti sağır akraz laz da kalmadı. (Ruhsati)

bb

Yunus Emre’den Şiirler

 

Yunus Emre’den Şiirler


Şiirlerinde Allah sevgisi ve insan sevgisini işlemiştir Yunus Emre. Şiirleri coşkuludur. Türk diline yazdığı şiirler ile büyük katkıda bulunmuş halk şairidir Yunus Emre.


1) Bana Gerek Seni

Aşkın aldı benden beni
Bana seni gerek seni
Ben yanarım dün ü günü
Bana seni gerek seni

Ne varlığa sevinirim
Ne yokluğa yerinirim
Aşkın ile avunurum
Bana seni gerek seni

Aşkın aşıklar oldurur
Aşk denizine daldırır
Tecelli ile doldurur
Bana seni gerek seni

Aşkın şarabından içem
Mecnun olup dağa düşem
Sensin dünü gün endişem
Bana seni gerek seni

Sufilere sohbet gerek
Ahilere ahret gerek
Mecnunlara Leyla gerek
Bana seni gerek seni

Eğer beni öldüreler
Külüm göğe savuralar
Toprağım anda çağıra
Bana seni gerek seni

Cennet cennet dedikleri
Birkaç köşkle birkaç huri
İsteyene Ver anları
Bana seni gerek seni

Yunus'dürür benim adım
Gün geçtikçe artar odum
İki cihanda maksudum
Bana seni gerek seni

Yunus Emre

 

2) Adı Güzel Kendi Güzel Muhammed

 Canım kurban olsun senin yoluna,
Adı güzel, kendi güzel Muhammed,
Şefâat eyle bu kemter kuluna,
Adı güzel, kendi güzel Muhammed

Mü'min olanların çoktur cefâsı,
Ahirette olur zevk-u sefâsı,
On sekiz bin âlemin Mustafâ'sı,
Adı güzel, kendi güzel Muhammed

Yedi kat gökleri seyrân eyleyen,
Kûrsûnün üstünde cevlân eyleyen.
Mi'râcda ümmetin Hak’dan dileyen,
Adı güzel, kendi güzel Muhammed

Ol çâriyâr anın gökler yâridir,
Anı seven günahlardan beridir,
On sekiz bin âlemin serveridir,
Adı güzel, kendi güzel Muhammed

Aşık Yunus neyler iki cihânı sensiz,
Sen Hak Peygambersin şeksiz, gümânsız
Sana uymayanlar gider imânsız,
Adı güzel, kendi güzel Muhammed.

Yunus Emre

 

3)  Yusuf’u Kaybettim

Yusuf; u kaybettim Kenan ilinde
Yusuf bulunur, Kenan bulunmaz
Bu aklı fikr ile Leyla bulunmaz
Bu ne yaredir ki çare bulunmaz

Aşkın pazarında canlar satılır
Satarım canımı alan bulunmaz
Yunus öldü deyu selan verirler
Ölen beden imiş, aşıklar ölmez

Yunus Emre

 

bb

Ağaç ve Sen

 

Ağaç ve Sen

 

Hasan Âli Yücel, Türk felsefe öğretmeni, eski millî eğitim bakanı, Köy Enstitüleri'nin kurucusudur. Oğlu şâir Can Yücel  babası için "Hayatta ben en çok babamı sevdim" başlıklı bir şiir yazmıştır. Hasan Ali Yücel Cumhuriyet dönemi yazarlarındandır. Üç dönem milletvekilliği yapmıştır.


Ağaç ve Sen

Bir ağaç altındasın, her dalı binbir çiçek,
Gün gelip bu çiçekler sana yemiş verecek.



En yüksek dallarında, bunların olgunları;
Gözünü onlara dik, alçaklarından el çek.



İstiyorsan erişmek yüksekteki dallara
Vücutça kuvvetli ol, zekaca büyüyerek.



Yavrum, bunun çaresi okuyup öğrenmektir,
Yoksa hep boşa gider çektiğin bunca emek!



Bilgi en büyük kuvvet, yaşayıp yaşatmakta;
Fakat faydasız kalır temiz olmazsa yürek!



Sevmeğe başla yavrum, ananın kucağında;
Vatana sevgin, her şeyden üstün gerek.



Kafanda bilgi dolu, yürekte sevgilerin,
Yürü, engel tanıma yolundan döndürecek.



Gözün yukarda olsun, gönlün yüceliklerde.
Başın dimdik, yüzün ak, alnın açık, gözün pek,



Yere düşen, kirlenen hiçbir şeye eğilme,
Şahin ol, yılan olma; sürünmektir eğilmek!


Her ülküye emekle, çalışmakla erilir.
Bahtiyarlık istersen ömür sür didinerek.



Yücel yavrum, Türklüğün her ümidi sendedir.
Vatan demek sen demek, sen demek vatan demek.

 

bb

Gökkuşağı Evi Şiiri

 

Gökkuşağı Evi Şiiri


Bir ev yapalım mı kendimize?
Çatısı rüzgâr içinde
Yağmurda yıkanışı dupduru
Tamam, kırmızı olsun
Üçgenlerin bitişik komşuluğu

Gel, sarıya boyayalım duvarları
Ağaçlarımızın gölgesi
Koyulaşsın iyice düştüğü yerde
Gündüzleri limon koksun ortalık
Karanlıklar renklensin her gece

Turuncu bir kapıdan girelim içeri
Yıldızlara gidip gelmişiz gibi
Yorgun ama sevinçli açalım
Bu ortaklığın defterini
Eşitlensin gücümüz uyurken bile

Haklısın, mavi yakışır pencerelere
Gökyüzüne eklenmenin
Her zamanki işlek yolu
Bulutlar nasılsa girer bir aralıktan
Saydam kanatların buzlan ışı boş yere


Yeşilden başka bahçe
Gelmez zaten kimsenin aklına
Bizim de öyle
Dönüp duran dikdörtgendir o
Nereye yürüsek çevremizde
Nar tanesi gibi dizelim taşları
Zambaklar fışkırsın duvar diplerinde

Turkuaz bir havuz
Uzansın şu köşeye, olur mu?
Kimi gün zinde, kimi gün
Yorgun geçen güneş
Titreyen ışıklar göndersin
Gölgedeki çocukların gözlerine

Mor renkli bacadan
Çıksın incecik dumanlar
Gökkuşağı evi diyelim ki
Bu resmin adına
Hayallerle dolsun içi
Dışı zaten sulu boya

 

 Şiir ile ilgili sorular ve cevapları

1)  Şiirde neyin resmi yaplıyor?

cevap: Şiirde yazarın  hayalini kurduğu bir evin resmi yapılıyor.

 

2) Şiirde resmi yapılan evin ve bahçenin özellikleri nelerdir?

Cevap: Kırmızı renkli bir ev, duvarları sarı olacak, kapısı turuncu, pencereleri mavi olmalıdır.  Bacası mor renkli olmalıdır .Bahçesi yemyeşil olmalı, bahçenin güzelce dizilmiş taşları olacak, zambakla fışkıracak duvar diplerinden. Bahçesinde havuz olmalıdır. Ev ve bahçe yazarın hayallerini yaşayacağı yer olmalıdır ve bu hayallerin gerçekleşeceği  yer olmalıdır.

 

3)  Şiirde resme hangi ad veriliyor? Niçin?

Şiirde resme Gökkuşağı adı veriliyor. Çünkü gökkuşağının farklı renkleri vardır ve bu farklı renkler kişinin hayalleri, umutları, duyguları ve düşüncelerini barındırır.

bb

Nazım Hikmet’in Memleketimden İnsan Manzaraları Şiiri

 

 Nazım Hikmet’in Memleketimden İnsan Manzaraları Şiiri

 

Nâzım Hikmet, Türk şair ve yazardır. Şiirleri elliden fazla dile çevrilmiş ve eserleri birçok ödül almıştır. Türkiye'de serbest nazımın ilk uygulayıcısı ve çağdaş Türk şiirinin en önemli isimlerindendir. Uluslararası bir üne ulaşmıştır ve dünyada 20. yüzyılın en gözde şairleri arasında gösterilmektedir.

 

Memleketimden İnsan Manzaraları

Atlantiğin dibinde upuzun yatıyorum, efendim, 

                                Atlantiğin dibinde 

                                      dirseğime dayanmış. 

Bakıyorum yukarıya: 

bir denizaltı gemisi görüyorum, 

yukarıda, çok yukarıda, başımın üzerinde, 

yüzüyor elli metre derinde, 

balık gibi, efendim, 

zırhının ve suyun içinde balık gibi kapalı ve ketum. 

Orası camgöbeği aydınlık. 

Orda, efendim, 

orda yeşil, yeşil, 

orda ışıl ışıl, 

orda yıldız yıldız yanıyor milyonlarla mum. 

Orda, ey demir çarıklı ruhum, 

orda tepişmeden çiftleşmeler, çığlıksız doğum, 

orda dünyamızın ilk kımıldanan eti, 

orda bir hamam tasının mahrem şehveti, 

mahrem şehveti efendim, 

                        gümüş kuşlu bir hamam tasının  

ve koynuna ilk girdiğim kadının kızıl saçları. 

Orda rengarenk otları, köksüz ağaçları 

                        kıvıl kıvıl mahlukları deniz dünyasının, 

orda hayat, tuz, iyot, 

orda başlangıcımız, Hacıbaba, 

                            orda başlangıcımız 

ve orda hain, çelik ve sinsi 

                        bir denizaltı gemisi. 

400 metroya kadar sızıyor ışık. 

Sonra alabildiğine derin 

          alabildiğine derin karanlık. 

Yanlız ara sıra 

                  acayip balıklar geçiyor karanlığın içinde 

                                                             ışık saçarak. 

Sonra onlar da yok. 

Artık dibe kadar inen 

     kat kat kalın sular kati ve mutlak 

                                   ve en dipte ben. 

Ben, upuzun yatıyorum, Hacıbaba, 

upuzun yatıyorum dibinde Atlantiğin 

                                  dirseğime dayanmış, 

                                  bakıyorum yukarlara. 

Avrupa Amerika' dan Atlantiğin yüzünde ayrıdır 

                                             dibinde değil. 

Gazgemileri gidiyor yukarda, çok yukarda, birbiri peşi sıra. 

Omurgalarının altını görüyorum,    

                             omurgalarının altını. 

Dönüyor keyifili keyifli pervaneleri. 

Dümenleri ne tuhaf suyun içinde 

İnsanın tutup tutup kıvırası geliyor. 

Köpekbalıkları geçti gemilerin altından, 

karınlarını gördüm 

                 ağızları da orda. 

Gemiler şaşırdılar birdenbire, 

herhalde köpekbalıklarından değil. 

Denizaltı gemisi bir torpil attı, efendim 

                                             bir torpil. 

Gemilerin dümenlerine baktım: 

telaşlı ve korkaktılar. 

Gemilerin omurgalarında imdat arar gibi bir hal vardı, 

gemiler bir bıçak darbesinden en yumuşak yerini 

                   karnını saklamak isteyen insanlara benziyorlardı. 

Denizaltılar birden üç oldular, derken, altı, yedi, sekiz. 

Gazgemileri düşmana ateş açarak 

insanlarını ve yüklerini suya döküp saçarak 

                                 batmaya başladılar. 

Mazot, gaz, benzin, 

tutuştu yüzü denizin. 

Bir alev deryasıdır şimdi yukarda akan, 

yağlı ve yapışkan 

        bir alev deryası efendim. 

Kıpkızıl, gömgök, kapkara, 

arzın ilk teşekkülü hengamesinden bir manzara. 

Ve denizin yüzüne yakın suyun içi allak bullak. 

Köpürüp, dağılıp parçalanmalar. 

Yukardan dibe doğru inen gazgemisine bak. 

Gece uykuda gezenler gibi bir hali var: 

                                              lunatik. 

Geçti kargaşalığı, 

girdi deniz dünyasının cennetine. 

Fakat durmadan iniyor. 

Kayboldu ıslak karanlıkta. 

Artık baskıya dayanamaz, parçalanır. 

ve direği, efendim, bacası yahut 

                                   nerdeyse yanıma düşer. 

Yukarda insanla dolu denizin içi. 

Bir tortu gibi dibe çöküyorlar 

                          tortu gibi çöküyorlar, Hacıbaba. 

Baş aşağı, baş yukarı, 

uzanıp kısalıyor, bir şeyler aranıyor kolları bacakları. 

Ve hiçbir yere, hiçbir şeye tutunamadan 

          onlarda iniyorlar dibe doğru. 

Birden bire bir denizaltı düştü yanıbaşıma. 

Parçalanmış bir tabut gibi açıldı köprüüstü kaportası 

ve Münihli Hans Müller dışarı çıkıverdi. 

39 ilkbaharında denizaltıcı olmadan önce 

                            Münihli Hans Müller 

Hitler hücum kıtası altıncı tabur 

                         birinci bölük 

                              dördüncü mangada sağdan üçüncü neferdi. 

Münihli Hans Müller 

         üç şey severdi: 

1-Altın köpüklü arpa suyu 

2-Şarki Prusya patatesi gibi dolgun ve beyaz etli Anna. 

3-Kırmızı lahana. 

Münihli Hans Müller için  

                          vazife üçtü: 

1-Çakan bir şimşek  

               gibi mafevke selam vermek. 

2-Yemin etmek tabancanın üzerine. 

3-Günde asgari üç çıfıt çevirip 

                           sövmek silsilelerine. 

Münihli Hans Müller'in 

kafasında, yüreğinde, dilinde üç korku vardı: 

1-Der Führer. 

2-Der Führer. 

3.Der Führer. 

Münihli Hans Müller 

sevgisi, vazifesi ve korkusuyla 

                            39 ilkbaharına kadar 

                                      bahtiyar 

                                            yaşıyordu. 

Ve Vagneryen bir operada do sesi gibi heybetli 

Şarki Prusya patatesi gibi dolgun ve beyaz etli  

                                                        Anna'nın 

tereyağı ve yumurta krizinden şikayet etmesine 

                                                        şaşıyordu. 

Diyordu ki ona: 

-Bir düşün Anna, 

 yepyeni bir manevra kayışı takacağım, 

 pırıl pırıl çizmeler giyeceğim ben. 

 Sen beyaz ve uzun entari giyeceksin, 

 balmumundan çiçekler takacaksın başına. 

 Tepemizde çatılmış kılıçların altından geçeceğiz. 

 Ve mutlak 

 hepsi erkek 12 çocuğumuz olacak. 

 Bir düşün Anna, 

 tereyağı, yumurta yiyeceğiz diye 

 top, tüfek yapmazsak eğer 

 yarın 12 oğlumuz nasıl muharebe eder? 

Münihlinin 12 oğlu muharebe edemediler 

çünkü doğamadılar, 

çünkü henüz, efendim, Anna'yla zifaf vaki olmadan önce 

                                 bizzat harbe girdi Hans Müller. 

Ve şimdi 41 sonbaharı sonlarında 

                                 dibinde Atlantiğin 

                                      benim karşımda durmaktadır. 

Seyrek sarı saçları ıslak, 

kırmızı sivri burnunda esef, 

        ve ince dudaklarının kıyılarında keder. 

Yanı başımda durduğu halde 

yüzüme çok uzaklardan bakıyor, 

İnsanın yüzüne nasıl bakarsa ölüler. 

Ben biliyoum ki, o bir daha görmeyecek Anna'yı, 

ve artık bir daha arpa suyu içip 

                 yiyemeyecek kırmızı lahanayı. 

Ben bütün bunları biliyorum, efendim, 

ama o bütün bunları bilmiyor. 

Gözü bir parça yaşlı, 

silmiyor. 

Cebinde parası var, 

çoğalıp eksilmiyor. 

Ve işin tuhafı 

artık ne kimseyi öldürebilir 

ne de kendisi ölebilir bir daha. 

Şimdi şişecek birazdan, 

yükselecek yukarıya, 

sular sallayacak onu 

ve balıklar yiyecek sivri burnunu. 

Ben  

Hans Müller'e bakıp, Hacıbaba, bunları düşünürken 

yanımızda peyda oluverdi 

         Liverpul Limanından Harri Tomson. 

Gazgemilerinden birinde serdümendi. 

Kaşları ve kirpikleri yanmıştı. 

Gözleri sımsıkı kapalıydı. 

Şişman ve matruştu. 

Bir karısı vardı Tomson'un: 

tavan süpürgesi gibi bir kadın, 

tavan süpürgesi gibi, efendim, zayıf, uzun, titiz, temiz 

ve tavan süpürgesi gibi münasebetsiz. 

Bir oğlu vardı Tomson'un: 

altı yaşında bir oğlan, Hacıbaba, 

tombul mu tombul, pembe beyaz, sarı papa mı sarı papa. 

Tuttum Tomson'un elinden. 

Açmadı gözlerini. 

"-Vefat ettiniz" dedim. 

"-Evet " dedi, "İngiliz imparatorluğu ve hürriyeti için: 

Canım isterse, harp içinde bile Çörçil'e sövmek hürriyeti 

ve canım istemese de aç kalmak hürriyeti uğruna. 

Fakat değişecek hürriyette bu son bahis, 

harpten sonra artık işsiz ve aç kalacak değiliz. 

Planı hazırlıyor Lordlarımızdan biri. 

Adalet: ihtilalsiz. 

Ben İngiliz İmparatorluğu'nu dağıtmaya gelmedim, dedi Çörçil. 

Ben de ihtilal çıkarmaya gelmedim: 

buna Kenterburi başpiskoposu 

                  bizim tredünyonun reisi 

                              ve karım razı değil. 

Ay bek yur pardın. 

         İşte bu kadar, 

                    nokta, son." 

Sustu Tomson. 

Ve ağzını açmadı bir daha. 

İngilizler fazla konuşmayı sevmezler,   

                      hele hümoru seven ölü İngilizler. 

Tomson' la Müller'i yanyana yatırdım. 

Şiştiler yan yana, 

yan yana yükseldiler yukarı doğru. 

Balıklar Tomson'u afiyetle yediler, 

fakat dokunmadılar ötekisine, 

Hans'ın etiyle zehirlenmekten korktular anlaşılan. 

Hayvan deyip geçme, Hacıbaba, 

sen de hayvansın ama 

                      akıllı bir hayvan... 

 

Nazım HİKMET (1902 - 1963) 

bb

Adil Turan Türkiye Şiiri

 

Adil Turan Türkiye Şiiri

Birçok şair eserlerinde ülkelerine olan sevgilerini işlemiştir. Epik duygularla yazılan bu şiirler özel gün ve haftalarda düzenlenen törenlerde okunmaktadır. Vatan sevgisini dile getiren güzel bir şiirdir. Vatan sevgisi , ülkesinin güzellikleri anlatmıştır Adil Tutan bu şiirinde.

 

Türkiye

Vurulmuşum toprağına taşına,
Yerde geze, gökte uçan kuşuna.
Baharına, yazına, kara kışına
Vurulmuşum.
Eli kalem, eli kazma, eli kürek tutan,
Yüzü toprak kokan,
Sınırlarında omuz omuza yatan
İnsanlarına...
Benim iyi yürekli kardeşlerim
Hep senin dostlarındır,
Benim çiğdem kokulu memleketim.


Ekin biçtim tarlalarında demet demet,
Kaval çaldım, koyun güttüm yaylalarında;
Tuza bandım ekmeğimi.
Kolumu yastık yaptım düzünde, bayırında.
Kesemde bereket, gönlümde servetim,
Dizimde kuvvet, torbamda katık;
Damarlarımda dolaşan memleketim.


Gözlerin ne güzel deniz mavisi,
Ormanların urban olmuş yeşil yeşil;
Uzanır kolların nehirler boyu,
Sıcak kucağında saadetim.
Benim çiğdem kokulu memleketim.


Nice türküler yakıldı senin için;
Destanlar yazıldı, bayrak bayrak,
Davullar vuruldu, dize geldi zeybeklerin.
Kapında nöbet tuttu yıllar yılı.
Gençliğim, heyecanım, gayretim.
Gözümde nur içimde sevgi,
Elimde saz, dilimde türkü memleketim.

 

 Türkiye doğduğum,
Türkiye, doyduğum;
Türkiye, konduğum yurt!
Sevgim, inancım, özlemim!
Beşiğimi salladın, sendedir mezarım,
Sen, gönlümde yatan memleketim.

bb

Tevfik Fikret Hasbihal Şiiri

 

Tevfik Fikret Hasbihal Şiiri


Tevfik Fikret, Osmanlı Türkü şair ve öğretmen. Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılma sürecinde Servet-i Fünûn topluluğunun lideri olan Tevfik Fikret, devrimci ve idealist fikirleriyle Mustafa Kemal başta olmak üzere dönemin pek çok aydınını etkiledi. Türk edebiyatının Batılılaşmasında öne çıkan isimlerden birisi oldu


Hasbihal

Ooh, yavrular! Seyr ederken

Sizi her gün penceremden

Hatırıma neler gelir…

Mâzî, o bir definedir;

 

Onu biraz açsan fırlar

Birçok zehir hâtıralar;

O mezarın çıyanları,

Akrebleri, yılanları!


Fakat sakın korkma, ara;

Ara, ara, daha ara;

Göreceksin, o medfenin

Biraz kuytu, biraz derin

Yerlerinde neler, neler.

Ne tükenmez hazîneler

Saklanmıştır… Vaktiyle biz

Ne sıkıntılar çekmişiz

Okumak, öğrenmek için;

Düşündüm de güldüm demin.

Size ne mutlu çocuklar!


Güzel kitablarımz var;

Hocalarınız da iyi,

Öğretiyorlar her şeyi;

Tahta, rahle, hep mükemmel;

Hiçbirisi yoktu evvel.

Hasırlarda sürünürdük,

Evlere hep câhil döndük.

Bize nispet bugün birer

Küçük âlimsiniz sizler.

Okuyunuz : Okuyanlar

Çok şey bilir, çok şey yapar;

Murâdına onlar erer,

Cennete de onlar girer;

Onlar cidden mesûd olur,

Bu geçid pek korkuludur:

Öğrenmezsek yolu, izi,

Yolda kurdlar kapar bizi!

Okumalı, oynamalı.

Hiç işsiz oturmamalı.

İşledikçe bu makine

Çarklarına, dişlerine

Kuvvet gelir. Boş duranın,

Tenbel tenbel oturanın,

Bu asırda ekmeği yok.

Evet, işsiz oturan çok;

Fakat hepsi de tok değil,

İşsiz duran pek çok değil.

İşlemeli el, kol; bunlar

İşledikçe boğaz doyar.

İnsan gözleriyle görür…

“Âlet işler, el övünür”

Derler, her söze kanmayın.

İşitin de inanmayın!

El tutarsa yürür sapan,

Eldir sapanı da yapan.

bb

Öğretmen İle İlgili Şiir Örnekleri

 

Öğretmen İle İlgili Şiir Örnekleri

 

Öğretmenler geleceğin aydınlarını yetiştirecek olan aydın kimselerdir. Onları bizi eğitir, iyi insan olmamız için mücadele eder ve her türlü özveriyi gösterir. Onun için öğretmenlerimizin kıymetini bilmeliyiz. Öğretmenlik ile ilgili şiir örnekleri şunlardır:

 

Öğretmen

A'dan başlar aydınlık,
Bir taş koyar bütün yapılarda temele öğretmen.
Soluğudur düşüncenin buğdaydan yalaza dek
Yeryüzünde ne varsa ondan gelmedir,
Yeryüzü ile el ele öğretmen

Göz gözdür o, uzakları görürüz
Ağızdır o, türkü söyleriz haykırırız günlerden.
Ulaşırız erdem üstüne, gelecekler üstüne biz hep
Çizer büyük değirmisini
Uç olur da gergele öğretmen.

Hey hey, burası bir dağ köyü, kurda kuşa
Bırakılmış göğün kıyısına bırakılmış
83 toprak ev, 83 acı duman,
Çoluğuyla, çocuğuyla 415 karanlık
Kurtulacağız, el ayak kurtulacağız,
Bir okul yapıla, bir gele öğretmen.

Bir ışık, bir ışık daha,
Gecelerin içindeki ejderlerle dövüşür
Nice istemeseler de, nice önleseler de,
Uyandırır toplumunu
İyiye, doğruya, güzele öğretmen.

Fazıl Hüsnü DAĞLARCA

 

 

 Köy Öğretmenleri

 

Yurdumuz uçsuz bucaksız,
Gökte yıldız kadar köylerimiz var.
Ama uzak, ama harap, ama garipsi..
Alın benim gönlümden de o kadar.

Uzak köylerimizde kuşlar gibi
Her sabah çocuklar size uçar.
Ama küçük, ama büyüyen, ama güleç..
Alın benim gönlümden de o kadar.

Siz kara göklerin yıldızları,
Işıtın yurdumuzu sabaha kadar!
Ama düşe kalka, ama yiğit, ama umutlu..
Alın benim gönlümden de o kadar.

                   II
Çemişkezek'te, Patnos'ta, Malazgirt'te doğanlar!
Malazgirt'e, Çemişkezek'e, Patnos'a gitmezseniz,
Çocuklarınız öksüz kalır, yetim kalır,
Köylere ışık iletmezseniz.

Dağlara, vadilere, ovalara
Tesbihler gibi saçılmış köyler,
Rüzgara karşı bir bayrak,
Sevinçle türküsünü söyler.

Sevinçle türküsünü söyler
Bir idare lambası küçük, solgun.
En azından üçyüz pare dam
Umudu en azından üçyüz çocuğun.

Ve onlar saçları uzamış,
Çatlak ellerinde çıkınları,
Üç saat, dört saat ötelerden
Yorgundur, sessizdir akınları.

Ve onlar, yıldızlar gibi
Gözleri ışıl ışıl yananlar.
Oyuncak için değil, kağıt, kalem
Kitap için gizlice ağlayanlar.

Ve onlar aşıktan bilya,
Sopadan at yapanlar.
Kurt yavruları gibi, kuzular gibi
Dağ başlarını çınlatanlar.

........


Çemişkezek'te, Patnos'ta, Malzgirt'te doğanlar,
Bütün bunları düşünmelisiniz.
Yüce ırmaklar gibi sessiz, sürekli
Kağnılarla, arabalarla, kamyonlarla
Akıp köylere gitmelisiniz!
Yurdumuza ışık iletmelisiniz...

Cahit KÜLEBİ

 

 

 

Çocuklarım

oklama defterlerinden öğrendim sizi,
Benim haylaz çocuklarım!
Sınıfın en devamsızını
Bir sinema dönüşü tanıdım;
Koltuğunda satılmamış gazeteler?

Dumanlı bir salonda
Kendime göre karşılarken akşamı ,
Nane şekeri uzattı en tembeliniz?
Götürmek istedi küfesinde
Elimdeki ıspanak demetini
En dalgını sınıfın!
İsterken adam olmanızı
Çoğunuz semtine uğramaz oldu mektebin
Palto, ayakkabı yüzünden .

Kiminiz limon satar Balıkpazarında
Kiminiz tahtakalede çaycılık eder ;
Biz inceleye duralım aç tavuk hesabı ,
Tereyağındaki vitamini
Ve kalorisini taze yumurtanın!

Karşılıklı neler öğrenmedik sınıfta ,
Çevresini ölçtük dünyanın,
Hesapladık yıldızların uzaklığını
Orta Asya'dan konuştuk laf kıtlığında.

Neler düşünmedik beraberce
Burnumuzun dibindekini görmeden
Bulutlara mı karışmadık...
Hazan rüzgarında dökülmüş
Hasta yapraklara mı üzülmedik.
Serçelere mi acımadık kış günlerinde
Kendimizi unutarak!


RIFAT ILGAZ

bb

Akıp Giderken Zaman Şiiri

 

Akıp Giderken Zaman Şiiri

 

Sevgili çocuklar,
Bir yılın değerini
Sınıfta kalan öğrenciden
Daha iyi anlayan
Var mıdır şu dünyada?
(…)

Sormak gerek
Bir haftanın değerini;
Haftalık dergi çıkartana.

Bir günlük ömrü olan
Kelebeğe sorun,
Tek günlük yaşamın anlamını.
Bir dakikanın değerini,
Vapur kaçırmış
Yolcudan daha iyi
Bilen yoktur herhâlde?

Kim ne derse desin
Bir saniyenin değerini
Anlamak için
Trafik kazasından
Kıl payı kurtulmak gerek

Ne dersiniz;
Salisenin değerini
Olimpiyatlarda gümüş madalya
Kazanan atletten
Daha iyi bilen var mıdır?

Sevgili çocuklar
Zamanın yol haritasında
İnişler, çıkışlar, virajlar çoktur
Ama geriye dönüşler yoktur.
Çünkü tek yönlüdür burada trafiğin akışı

Mirasyedice avans çekilmez
Zamanın yarınında
Varsa gücün
Yararlanırsın baharından karından
Siz siz olun; kof düşüncelere,
Boş hayallere dalmayın,
Akıp giden zamanın dışında durup
Yaşananlara seyirci kalmayın. (Mehmet Güler)


Not: Zaman çok hızlı akıp gider. Bunun için zamanın kıymetini bilmeliyiz, hayata seyirci kalmamalıyız ve çalışmalıyız, üretmeliyiz. Giden zaman bir daha asla geri gelmeyecektir. Onun için akarken heybeyi doldurmalıyız ve zamanı verimli kullanmalıyız boş yere heba etmemeliyiz.


bb

Yahya Kemal’in Mehlika Sultan Adlı Şiiri

 

 Yahya Kemal’in Mehlika Sultan Adlı Şiiri


Yahya Kemal Beyatlı, doğum adıyla Ahmed Agâh, Türk şair, mütefekkir, yazar, siyasetçi ve diplomattır. Cumhuriyet dönemi Türk şiirinin en büyük temsilcilerinden biridir. Şiirleri Divan edebiyatı ile modern şiir arasında köprülük görevi üstlenmiştir.


Mehlika Sultan

Mehlika Sultan’a aşık yedi genç
Gece şehrin kapısından çıktı.
Mehlika Sultan'a aşık yedi genç
Kara sevdalı birer aşıktı.


Bir hayalet gibi dünya güzeli
Girdiğinden beri rü'yalarına;
Hepsi meşhur, o muamma güzeli
Gittiler görmeye Kaf dağlarına.

Hepsi, sırtında aba, günlerce
Gittiler içleri hicranla dolu;
Her günün ufkunu sardıkça gece
Dediler: "Belki son akşamdır bu"


Bu emel gurbetinin yoktur ucu;
Daima yollar uzar, kalp üzülür:
Ömrü oldukça yürür her yolcu,
Varmadan menzile bir yerde ölür.

Mehlika'nın kara sevdalıları
Vardılar çıkrığı yok bir kuyuya,
Mehlika'nın kara sevdalıları
Baktılar korkulu gözlerle suya.


Gördüler: "Aynada bir gizli cihan...
Ufku çepçevre ölüm servileri..."
Sandılar doğdu içinden bir an
O, uzun gözlü, uzun saçlı peri.


Bu hazin yolcuların en küçüğü
Bir zaman baktı o viran kuyuya.
Ve neden sonra  gümüş bir yüzüğü
Parmağından sıyırıp attı suya.


Su çekilmiş gibi rü'ya oldu!..
Erdiler yolculuğun son demine;
Bir hayal alemi peyda oldu
Göçtüler hep o hayal alemine.


Mehlika Sultan'a aşık yedi genç
Seneler geçti, henüz gelmediler;
Mehlika Sultan'a aşık yedi genç
Oradan gelmeyecekmiş dediler!..

bb

Sizi En Çok Etkileyen Bir Olayı Şiirle Anlatınız

 

Sizi En Çok Etkileyen Bir Olayı Şiirle Anlatınız


Hayatımda bizi en çok etkileyen olay şuydu: Geçim kaynağımız elma bahçemizdir. Küçükken almalarımız dolu yaralamıştı ve o yıl babam çok büyük zarara uğramış, çünkü elmalar yeter ki kadar para etmemişti ama babam da isyan etmemişti, şükretmiştik halimize. Bununla ilgili yazdığım şiir şu şekilde oldu:

 

Umutlar Var Olsun Hayat Devam Ediyor

Yağmurla başlamıştı o sabah hava

Sonbahar mevsimine doğru gidiyordu mevsim

Bahçemizde oturmuş, üşüyordu her yanım

Her gün hızlı geçen zaman geçmiyordu şu an, iyi değildi şu anım

 

Hava birden karardı, yağmur doluya dönüştü, yandı canım

Şaşırmıştım, üzülmüştüm, elmalarımız doluya teslim

Ne yapacaktık, ne edecektik şimdi canımız sıkkın

Dökülüyordu elmalar yere yara içinde kalmış

 

İz bırakmıştı zalim dolu elmaların üzerinde

İz bırakmıştı zalim dolu babamın o sıcacık gönlünde

Üzülmüştük, yıkılmıştık da yine  de umudumuz kesmemiştik

Biliyorduk ki vardır bunda da bir hayır

Mevlam neyler, neylerse güzel eyler derdi babam

 

Bu yıl zor geçecekti

Yakınlarımıza muhtaç olacaktık

Emeğimiz heba olmuştu

Canımız çok yanmıştı.

 

Yeni sonbaharlara kaldı ümidimiz

Bir kapıyı kapatan elbet açardı bir diğerini

Yeter ki bilsin insan haddini etmesin isyan Allah’ına

Bu da geçer yahu derdi babam, bu da geçer

Umutlarımız tükenmesin yeter, umutlarımız yeşersin elbet, bu da geçer.

 

Zaman geldi, çiçekler tekrar açtı

Elmalar tekrar oldu, tekrar olgunlaştı

Bu defa verdi Rahman bereketini, vurmadı dolu elmaları

Umutlar yeşerdi gönüllerde, olmadık kimseye muhtaç

Umutlar  daim olsun kalmasın kimse aç.

bb

Nazım Hikmet’in Henüz Vakit Varken Gülüm Adlı Şiiri

 

Nazım Hikmet’in Henüz Vakit Varken Gülüm Adlı Şiir


Henüz vakit varken, gülüm
Paris yanıp yıkılmadan,
henüz vakit varken, gülüm,
yüreğim dalındayken henüz,
ben bir gece, şu Mayıs gecelerinden biri
Volter rıhtımında dayayıp seni duvara
öpmeliyim ağzından
sonra dönüp yüzümüzü Notrdam'a
çiçeğini seyretmeliyiz onun,
birden bana sarılmalısın, gülüm,
korkudan, hayretten, sevinçten
ve de sessiz sessiz ağlamalısın,
yıldızlar da çiselemeli,
incecikten bir yağmurla karışarak.
Henüz vakit varken, gülüm,
Paris yanıp yıkılmadan,
henüz vakit varken, gülüm,
yüreğim dalındayken henüz,
şu Mayıs gecesi rıhtımdan geçmeliyiz
söğütlerin altından, gülüm,
ıslak salkım söğütlerin.
Paris'in en güzel bir çift sözünü söylemeliyim sana,
en güzel, en yalansız,
sonra da ıslıkla bir şey çalarak
gebermeliyim bahtiyarlıktan
ve insanlara inanmalıyız.
Yukarda taştan evler,
girintisiz, çıkıntısız,
birbirine bitişik
ve duvarları ayışığından
ve dimdik pencereleri ayakta uyukluyor
ve karşı yakada Luvur
aydınlanmış ışıklarla
aydınlanmış bizim için
billur sarayımız...



Henüz vakit varken, gülüm,
Paris yanıp yıkılmadan,
henüz vakit varken, gülüm,
yüreğim dalındayken henüz,
şu Mayıs gecesi rıhtımda, depolarda
kırmızı varillere oturmalıyız.
Karşıda karanlığa giren kanal.
Bir şat geçiyor,
selamlıyalım gülüm,
geçen sarı kamaralı şatı selamlıyalım.
Belçika'ya mı yolu, Hollanda'ya mı?
Kamaranın kapısında ak önlüklü bir kadın
tatlı tatlı gülümsüyor.



Henüz vakit varken, gülüm,
Paris yanıp yıkılmadan,
henüz vakit varken, gülüm...
Parisliler, Parisliler,
Paris yanıp yıkılmasın... Nazım Hikmet

bb

Nazım Hikmet’in Yaşamaya Dair Adlı Şiiri

 

Nazım Hikmet’in Yaşamaya Dair Adlı Şiiri

 

Yaşamı tüm zorluklarına rağmen ciddiye almak gerekir. Başımıza gelen şey her ne olursa olsun yaşamak güzeldir, yaşamak nefes almadır, yaşamak özgürlüktür. Yaşarken de doğru, dürüst ve güvenilir insanlar olmalıyız. Hak, hukuk ve adaletten yana olmalıyız. Haksızlık karşısında ezilip büzülmemeli, bağıra bağıra hakkın yanında olmalıyız. Yaşamak için çalışacaksın, üreteceksin, iyi bir bilim insanı olarak insanlığa katkı sağlayacaksın ve daha birçok şeyin mesajını veriri Nazım Hikmet.

 

Yaşamaya Dair 1 Şiiri

Yaşamak şakaya gelmez,

büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın

                       bir sincap gibi mesela,

yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,

                       yani bütün işin gücün yaşamak olacak.

Yaşamayı ciddiye alacaksın,

yani o derecede, öylesine ki,

mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,

yahut kocaman gözlüklerin,

                        beyaz gömleğinle bir laboratuvarda

                                    insanlar için ölebileceksin,

                        hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,

                        hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,

                        hem de en güzel en gerçek şeyin

                                      yaşamak olduğunu bildiğin halde.

Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,

yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,

           hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,

           ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,

                                      yaşamak yanı ağır bastığından.

                                                                                     1947  Nazım Hikmet


 

                Yaşamaya Dair 2 Şiiri

Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,

yani, beyaz masadan,

              bir daha kalkmamak ihtimali de var.

Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini

biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,

hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,

yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz

                                en son ajans haberlerini.

Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için,

                               diyelim ki, cephedeyiz.

Daha orda ilk hücumda, daha o gün

                           yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.

Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,

                        fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz

                        belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.

Diyelim ki hapisteyiz,

yaşımız da elliye yakın,

daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.

Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız,

insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla

                                    yani, duvarın ardındaki dışarıyla.

Yani, nasıl ve nerede olursak olalım

          hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...

                                                                      1948 Nazım Hikmet


 

Yaşamaya Dair 3 Şiiri

Bu dünya soğuyacak,

yıldızların arasında bir yıldız,

                       hem de en ufacıklarından,

mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,

                       yani bu koskocaman dünyamız.

Bu dünya soğuyacak günün birinde,

hatta bir buz yığını

yahut ölü bir bulut gibi de değil,

boş bir ceviz gibi yuvarlanacak

                       zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.

Şimdiden çekilecek acısı bunun,

duyulacak mahzunluğu şimdiden.

Böylesine sevilecek bu dünya

"Yaşadım" diyebilmen için...

Nazım Hikmet.                           

bb